İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin Tarihi

Üç ana birimden oluşan İstanbul Arkeoloji Müzeleri; tarihî dokusu, bünyesinde barındırdığı bir milyondan fazla eser ve görkemli mimarisiyle İstanbul’un ve Türkiye’nin en değerli müzeleri arasında yer alıyor. Türkiye’nin müze olarak inşa edilen en eski binası olan İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin geniş koleksiyonu; Anadolu, Arap Yarımadası, Afrika, Afganistan, Balkanlar, Mezopotamya ve Osmanlı İmparatorluğu’na ait çeşitli tarihî eserlere ev sahipliği yapıyor. Büyüleyici atmosferiyle ziyaretçilerinin beğenisini kazanan müze; Arkeoloji Müzesi, Eski Şark Eserleri Müzesi ve Çinili Köşk Müzesi olmak üzere toplam üç ana birimden oluşuyor. Gelin, yıllardır yerli ve yabancı turistlerin gözdesi olan İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin tarihini beraber inceleyelim. 

Erken Osmanlı Örneği: Çinili Köşk Müzesi

1472 yılında inşa edilen ve Topkapı Sarayı’nın dış surlarının içinde yer alan Çinili Köşk, İstanbul Arkeoloji Müzeleri kompleksi bünyesinde bulunan en eski binadır. Fatih Sultan Mehmet’in Topkapı Sarayı’nda yaptırdığı ilk bina olarak da bilinen Çinili Köşk, Selçuklu mimarisinden ilham alınarak inşa edilen erken Osmanlı mimarisi örneğidir.

Çinili Köşk, 1880 yılında Müze-i Hümayun tarafından İslami eserlerin sergilenmesi için müzeye çevrilir. 1939’da Topkapı Sarayı’na bağlanan müzede yer alan tarihî eserler çeşitli müzelere dağıtılır. Böylece Çinili Köşk, müze işlevini yitirir. Köşk, 1953’de İstanbul’un fethinin 500. yılı nedeniyle “Fatih Müzesi” adıyla tekrar ziyarete açılır. Bu tarihten itibaren yeniden müze ünvanını taşımaya başlayan Çinili Köşk’te Fatih Sultan Mehmet’e ait hatıralar ve dönemin eserleri sergilenir. 

Çinili Köşk Müzesi, 1981 yılında konumunun da etkisiyle İstanbul Arkeoloji Müzeleri kompleksine dahil edilir. Bugün müzede Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait seramik ve İznik çinisi örnekleri sergilenmeye devam ediyor.

Mektepten Müzeye: Eski Şark Eserleri Müzesi

Eski Şark Eserleri Müzesi’nin binası, 1883 senesinde arkeolog, müzeci ve ressam Osman Hamdi Bey tarafından Sanayi-i Nefise Mektebi (Güzel Sanatlar Akademisi) olarak inşa ettirilir. Uzun yıllar boyunca mektep olarak kullanılan binanın mimarı Fransız asıllı İstanbullu Alexandre Vallaury’dir. Akademinin 1917’de Cağaloğlu’na taşınmasıyla birlikte Müzeler Müdürlüğü’ne tahsis edilen bina, daha sonra bir müze hâlini alır. Bu değişiminse önemli bir sebebi vardır: Dönemin müze müdürü Halil Edhem Bey, Yakın Doğu ülkelerinin eski kültürlere ait eserlerinin Bizans ve Roma eserlerinden ayrı olarak sergilenmesini ister.

Şark Eserleri Müzesi’nde Anadolu ve Mezopotamya başta olmak üzere Mısır ve Arap Yarımadası’nın İslam Öncesi çağlarına ait tarihî eserler bulunuyor. Bu eserler arasında Gılgamış Heykeli, Lugal-dalu Heykeli, Puzur-Ishtar Heykeli ve en eski aşk şiiri olduğuna inanılan İstanbul 2461 Tableti de yer alıyor. 

Eski Medeniyetlerin Buluştuğu Yer: Arkeoloji Müzesi

İstanbul Arkeoloji Müzeleri kompleksinin ana binası olan Arkeoloji Müzesi, üç ana birim arasında en dikkat çekici tarihî eserlere ev sahipliği yapan bina olarak öne çıkıyor. Bu büyüleyici müzenin kuruluş amacıysa Osman Hamdi Bey’in yaptığı kazı çalışmalarına dayanır. Osman Hamdi Bey, Lübnan’da yer alan Sayda (Sidon)’da yaptığı kazılar sonucunda Krallar Nekropolü’ne ulaşır. 1887-1888 yıllarında Sidon’daki Kral Nekropolü Kazısı’ndan İstanbul’a getirilen ve içlerinde İskender Lahdi, Ağlayan Kadınlar Lahdi, Likya Lahdi, Tabnit Lahdi’nin de bulunduğu Sayda Lahitleri’nin sergilenebileceği bir müzeye ihtiyaç duyulur. Osman Hamdi Bey’in isteğiyle yine Eski Şark Eserleri Müzesi’nin mimarı olan Alexandre Vallaury tarafından tasarlanan müze, Müze-i Hümayun (İmparatorluk Müzesi) adıyla 13 Haziran 1891’de ziyaretçilere açılır.

Binaya 1903’de sol kanat, 1907 senesindeyse sağ kanat ilave edilerek günümüzdeki ana müze binası oluşturulur. Sonraki yıllarda yeni sergi salonlarına ihtiyaç duyulması nedeniyle 1969-1983 seneleri arasında ana müze binasına bir ekleme yapılır; bu bölüme Ek Bina ismi verilir. Pek çok farklı medeniyetin kültürünü yansıtan çeşitli eserlere ev sahipliği yapan ve dünya çapında üne sahip olan İstanbul Arkeoloji Müzeleri, 1993’te Avrupa Konseyi tarafından Yılın Müzesi seçilerek Avrupa Konseyi Müze Ödülü’ne layık görülür. 

Farklı Mimari Tarzları Yansıtan Eşsiz Bir Yapı: Pera Palace Hotel

Görkemli yapısı, tarih kokan atmosferi ve yılların eskitemediği ihtişamıyla İstanbul’un gözbebeği olan Pera Palace Hotel, büyüleyici mimarisiyle de görenleri kendine hayran bırakıyor. Pera Palace Hotel’in 1895’te başlayan hikâyesinin mimarıysa ressam ve arkeolog Osman Hamdi Bey tarafından “Mimar-ı Şehir” ünvanı verilen Alexandre Vallaury. İstanbul’a birçok önemli yapı kazandıran yetenekli mimar Vallaury’in en ünlü eserlerinden biri hiç kuşkusuz Pera Palace Hotel olmuştur. Alexandre Vallaury, yapımı 3 yılda tamamlanan Pera Palace Hotel’in tasarımında Neo-Klasik, Oryantalist ve Art Nouveau mimari tarzlarını bir arada kullanır; otelin dış görünüşündeyse neoklasist bir yaklaşım benimser.

Eklektik mimari yapısıyla İstanbul’un gelmiş geçmiş en özgün binası olan otel, tarih boyunca bazı ilklere de tanık olur. Osmanlı döneminde saraylar dışında elektrik verilen yapı olarak tarihe geçen otel, ilk elektrikli asansöre de ev sahipliği yapar. Başta Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere İsmet İnönü, II. Elizabeth, Alfred Hitchcock, Jacqueline Kennedy, Ernest Hemingway, Agatha Christie gibi önemli isimleri ağırlayan Pera Palace Hotel, bugün binlerce hatırayı duvarlarında, kapılarında ve koridorlarında yaşatmaya devam ediyor. 

 

Bu yazılarımız da ilginizi çekebilir:

Türkiye’de İhtişamı ve Tarihiyle Önce Çıkan 10 Müze

İstanbul’da Çocuklarınızla Ziyaret Edebileceğiniz 7 Müze

Avrupa’da İhtişamı ve Tarihiyle Öne Çıkan 8 Müze Otel

Polisiye Edebiyat ve İçinde İstanbul Geçen Polisiye Eserler

İletişime Geçin